OLUKLU KÖYÜ
  iLÇEMiZ SÖĞÜT
 

 OLUKLU KÖYÜ SÖĞÜT BİLECİK ERTUĞRUL GAZİ


SÖĞÜT’TÜN TARİHÇESİ


TÜRKLERDEN ÖNCE SÖĞÜT
 

Yörenin ilk yerleşenleri kimlerdir? Bu bölgeye nereden ve ne zaman göç etmişlerdir varlıklarını hangi yüzyıldan beri koruya gelmişlerdir? Bu durum yazılı tarih öncesi dönemlerinden yeterince aydınlatılmamıştır olması nedeniyle kesin olarak bilinmemektedir. Ancak tarihte Anadolu Avrupa ile Asya ve Orta – Doğu Arasında tabii bir köprü görevini üstlenmiştir. Bu önemli jeo-politik konumu nedeniyle Anadolu’nun her köşesi ilkçağlardan bu yana hareketli ve zengin bir tarihe sahiptir. Özellikle günümüzde Marmara Bölgesi olarak isimlendirdiğimiz Söğüt’ün de doğu sınırında bulunduğu bölge bir çok çekişmeye sahne olmuş çeşitli uygarlıkların etkisi altında kalmıştır. Bu nedenle Söğüt tarihinin bu ilk devirlerine ait bilgiler için genelde Bilecik ve Marmara Bölgesi tarihiyle birlikte ele alınmalıdır.
Marmara Bölgesine özellikle bu bölgenin Kocaeli Yarımadası denilen kısmına ilk iskanlar M.Ö.700’lerde başlamıştır. Bu tarihlerde bölgeye kökenleri Frygler’e Bebriykler’e ve Asya Thrakları’na dayandırılan Bithynler gelmeye başlamıştır. Bithynler’in bölgeye yerleşmesinden dolayı burası Bithynia adını almıştır. “ Kelt istilalarını izleyen yıllardan sonra M.Ö. 280 yılından itibaren Pontus Kapadokya ile birlikte Bithynia’da bir zamanlar Pers Krallığı’na bağlı Prensliklerle birlikte bağımsızlığını ilan eder. Bu olayda İskender’in Pers ülkesini istilası da önemli rol oynamıştır. Yaklaşık olarak M.Ö. 279-74 yılları arasında bağımsızlığını sürdüren Bithynia M.Ö. 73’de Roma egemenliğine girmiş M.Ö. 63’den itibaren de Pontus ile birleştirilerek Pontus et Bithynia adıyla bir Roma eyaleti olmuştur.
Böylece ilk çağlarda Bithynia bölgesi önemli yerleşim yerlerinden birisi olarak tarih sahnesinde yerini almıştır. Bölgede pek çok şehirler kurulmuştur. Bunlar arasında en önemlileri şunlardır;
Nikomedin (İzmit) Nikaia (İznik) Prusa (Bursa) Kics (Gemlik) Khalkedon (Kadıköy-İstanbul) Bthyinion (Bolu) ve Belokoma (Bilecik) ‘dir. Bu arada Söğüt’ünde Nikaia (İznik) Doryleion (Eskişehir) Katidon (Kütahya) yolu üzerinde kurulmuş olan bir kasaba olduğu tahmin edilmektedir. Bu tahmin sözü edilen yol üzerinde Bithynia’nın güney doğusundaki Nikaia (İznik)’ya bağlı piskoposluklardan biri olan Gordosebra’nın Söğüt’te bulunabileceği olasılığından kaynaklanmaktadır.
Söğüt “ Kuruluş itibariyle ana yol üstü kasabası niteliğini uzun süre devam ettirmiştir. Mudanya-Bursa’dan ve Gemlik iskelesinden gelerek Konya ‘ya doğru uzanan tarihi şose Söğüt’ün içinden geçmiştir. Özellikle İstanbul’un Türkler tarafından alınmasında sonra Mekke’ye Söğüt’e uğranılarak gidilmiş bu nedenle de yola “ Hacılar Yolu” adı verilmiştir. Bu yolun kalıntılarına işaret olarak Söğüt’ün güneyindeki mezarlık bölgesi ile kuzeyindeki Küsnük mevkiindeki yol kalıntıları göstermektedir.
Taylan Akkayan ve Mehmet H. Aydın’ın da belirttikleri gibi “Söğüt’ün tarih sahnesindeki parlak günleri 13. Yüzyılın sonlarında başlar. Doğudan gelen küçük bir grup Türk ve bu küçük kasabada Asya-Avrupa ve Afrika kıtalarına yayılan XX.yüzyıl başlarına dek yaşayacak olan Osmanlı Devleti’nin ilk nüvesini biçimlendiririler. Böylece Söğüt tarihi Osmanlı’nın etnik kökeni ile birlikte ele alınır. Hemen tüm kaynaklar Söğüt’e dolaylı yoldan Osmanlı Devleti’nin kuruluşunun açıklanması sırasında değinirler. Bu nedenle Söğüt’ün Osmanlı Dönemi içindeki tarihi ancak bu devletin kuruluş tarihiyle birlikte incelenebilmektedir.
ERTUĞRUL GAZİ DEVRİNDE SÖĞÜT
Ertuğrul Gazi aşireti ile bu bölgeye 13. Yüzyılda gelmiştir. Kayı aşiretinin menşei olan Oğuz Han’ın soy kütüğü Reşideddin’in Oğuzname’sinde Nuh Peygamber’in oğlu Yafes’e (Olcayto) dayandırılır. Oğuz Han’dan sonra altı oğlu iki kolu oluşturmaktadır. Gün Han Ay Han Yıldız Han Bozok kolunu Gök Han Dağ Han ve Deniz Han ise Üçok kolunu oluşturur. Oğuz Han’ın her oğlundan gelen soylar da toplam 24 Oğuz boyunu meydana getirir. Sağlam anlamına gelen mensup dört boydan biridir.
Kayı Aşireti Moğol istilası nedeni ile kendine yeni bir yurt bulmak için Horasan’ın Merv şehri yakınındaki Mahan bölgesinden Süleyman Şah (Gündüz Bey ) ( Ertuğrul Gazi’nin babasının adı birçok kaynakta Süleyman Şah olarak geçmektedir. Uzun süre tartışmaya sebep olan bu konu üzerinde “ Osman b.Ertuğrul b.Gündüz “ ibaresinin yazılı olduğu Osman Bey’e ait bir sikkenin bulunmasıyla tarihçiler kesinliğe kavuştuğunu savunmaktadır. ) komutasında gelerek Anadolu’ya girdi. Önce Ahlat-Van Gölü civarında iki yıl ikamet edip 1221 yılına doğru Erzincan’a oradan da Halep’e geçtiler. Atının üzerinde Fırat Nehri’ne giren (Gündüz Bey) Süleyman Şah boğulmuş ve aşiret başsızlaşmıştır. Obanın içinde bulunan Kayı dışındaki Oğuz boyları Suriye’ye gitti. Gündüz Bey’in dört oğlundan Gündoğdu Bey ve Sungur Tekin aşiretin çoğunu toplayıp Orta Asya’ya geri döndü.
Diğer iki kardeş Dündar Bey Ertuğrul Bey ve anneleri Hayme Ana (Çadıranası Çadır büyüğü anlamına gelir.) 400 çadırlık aşiretle ortada kalınca Anadolu Selçuklu Sultanı Alaaddin Keykubat’tan yurt istemişler ve kendilerine Ankara yakınlarındaki Karacadağ yaylası verilmiştir. Karacadağ’a doğru yol alınırken Erzincan yakınlarındaki Yassıçimen’de Harzemşahlar’la savaşan ve Anadolu Selçuklu ordusuna yardım edip savaşın kazanılmasında rol oynamışlar ve Anadolu Selçuklu Sultanı’nın takdirini kazanmışlardır.
O yıl Moğol ordusu Sivas’a doğru ilerlemekte idi. Nihayet Selçuklularla Moğol ordusu Sivas’ın Hafikkale civarında savaşa tutuştular. Ertuğrul bu harbi duyar duymaz kuvvetlerini alarak o tarafa gitti. Bir dağın yamacında iki ordunun çarpıştığını seyrettiler. Bunlardan bir taraf yenilmek üzere diğer taraf da galip gelmekte idi. Bunu gören Ertuğrul Gazi maiyetindeki Koç yiğitlerine dedi ki:
Yiğitlerim hangi tarafı tutalım ?
Bu soru üzerine kardeşi Dündür (Dündar Bey ) :
Galip tarafa geçelim… Onların zafer ganimetlerinden istifade ederiz.dedi.
Ertuğrul kaşlarını çatarak:
Türkün şanına ancak mağlup olanlara yardım etmek düşer.
Galibe yardım etmek ise insana ne şeref kazandırır ne de mal.. dedi.
Derhal mağluplara yardıma karar verildi. Kayı yiğitleri dağdan bir çığ gibi harp meydanına daldılar. Kılıçlar oynadı oklar çekildi kavga yeniden kızıştı. Çok geçmeden galipler mağlup duruma düştüler. Meğer ilk mağlup olanlar Selçuklular imiş. Bunları kısa bir zamanda galip bir duruma geçtiler Moğollar ise perişan bir halde kaçtılar.
Kayıların bu yardımlarından Sultan Alaeddin çok memnun oldu. Kayı aşiretinin beyi olarak Ertuğrul’u tanıdı. Sultan Alaeddin. Ertuğrul Gazi’yi Bizans hududuna uçbeyi tayin etti. Kayı kabilesine Söğüt kasabasını kışlak Domaniç yaylasını da yaylak olarak verdi. Ertuğrul Gazi Karacadağ’dan Kayı aşiretini alarak Söğüt’e geldi.
Ertuğrul Gazi çok geçmeden maiyetindeki kılıç erleri ile Bizanslılarla savaşa girişti. Bizanslılara ait Sultanönü bölgesi ile Karacahisar’ı fethetti. Bu zaferleri duyan Anadolu’nun muhtelif bölgelerindeki kılıç erleri Ertuğrul’un etrafında toplandılar. Hudut boyu serdengeçti akıncılarla doldu.
Ertuğrul’un değerli kumandanları şunlardı: Akçakoca Konuralp Turgut Alp Saltuk Alp Aykut Alp Samsa Çavuş Hasan Alp Karamürsel Akbaş Kocaoğlan… Bu kumandanlar kuvvetleri ile gece–gündüz demeden Bizans’a doğru akınlarına devam ettiler.
Ertuğrul Gazi bir gece bir rüya gördü. Rüyada “göbeğinden bir pınar fışkırdı… Bu çıkan sular çoğalarak bir deniz halini aldı… Bu deniz bütün dünyayı kapladı…”.
Senin bir oğlun olacak; bu oğul bir devlet kurup saltanatı ile dünyayı sarsacaktır…. dedi.
Nitekim o yıl içinde Ertuğrul’un karısı Hayme Ana bir oğlan çocuk doğurdu. Bu çocuğun adını Otman koydular. Sonradan Otman “Osman” adı ile anıldı. Ertuğrul’un diğer oğulları Sarubalı ile Gündüz Alp’tir. Küçük Osman Söğüt kasabasında kılıç erleri arasında büyüdü. Beş yaşına geldiği zaman bir gün babası onu Konya’ya beraberinde götürdü. O gün Hazret-i Mevlânâ’yı ziyarete gittiler. Lakin o gün Mevlânâ pek üzgündü. Ertuğrul’u ve yanındaki oğlunu görünce şöyle deki:
Sultan Alaeddin Baba İshak’ı kendine baba yaptıysa ben de bu küçüğü kendime evlat edindim.
Mevlânâ; Osman’ı sevdi ve ona hayır duada bulundu. Ravzatü’l-Ebrar adlı tarihte Ertuğrul hakkında şu malumat yazılıdır:
Ertuğrul Gazi Söğüt’te oturuyordu. Bir gün köyleri dolaşmaya çıkmıştı. Akşam olunca İtburnu köyünde bulunan ulemâdan bir zâtın evinde misafir kaldı. Ev sahibi Ertuğrul’a fazlaca ikramda bulundu. Ertuğrul gece yatacağı zaman rafta bulunan bir kitabı görüp sordu:
Bu kitap nedir ? Diye sordu.
Ev sahibi:
Bu kitap Allah (c.c.) tarafından Hazret-i Muhammed vasıtası ile insanlara doğru yolu göstermek üzere gönderilen Kur’an-ı Kerîm’dir…dedi ve odadan çıkıp gitti.
Ertuğrul serilmiş yatağa yatmayıp Kur’an-ı Kerim’in önünde el bağlayıp sabaha kadar ayakta durdu. Ancak güneş doğarken yatağa girdi. Uyur uyumaz bir rüya gördü. Rüyasında bir pîr ona:
Sen Tanrı sözü olan Kur’an-ı Kerîm’e halis bir kalp ile saygı gösterdin; bunun için sana mükafat olarak evlat ve torunlarına padişahlık verildi. Bütün neslin aziz olsun… dedi.
Ertuğrul bu sözlerin dehşetinden uyandı. Ev sahibine de bu rüyasını anlattı. Osmanlı Devletinin Kuruluşu adlı bir eser yazan İngiliz tarihçisi Gibbons bu hadiseyi ele alarak Ertuğrul Gazi’nin Müslüman olmayıp Şaman dininde olduğunu yazmaktadır. Halbuki bu fikir yanlıştır.
Ertuğrul Gazi hudut boyunda Bizanslılarla durmadan savaştı. Fakat kılıcının hakkı olarak kazandığı bu yerleri Selçuk Sultanına verdi.
Ertuğrul Gazi bu savaşları ile Osmanlı Devletinin arsasını hazırlamıştı. Ertuğrul artık iyice ihtiyarlamış işlerini büyük oğlu Gündüz Alp’e bırakmıştı. Küçük oğlu Osman da serhat boylarında düşmanlarla çarpışmakta idi.
Bazı kaynaklarda da Söğüt’ün Ertuğrul Gazi’ye veriliş tarihi olarak 1270 yılını vermektedir. Bu tarih tartışma konusu olmakla birlikte kesin olan bir şey vardır. O da “ OSMANLI DEVLETİ’NİN TEMELLERİNİN SÖĞÜT’TE ATILMIŞ OLMASIDIR” Zira Ertuğrul Gazi 1281 yılında 90 yaşında vefat ettiğinde Osmanlıların bölgeye kararlı olarak yerleştiklerinin bir kanıtı olarak Söğüt’e gömülmüştür.
OSMAN GAZİ DEVRİNDE SÖĞÜT
Ertuğrul Gazi’nin ölümünden önce 1255 yılında Söğüt’te doğan en küçük oğlu Osman Bey idareyi elini almıştı.
Osman Gazi ilk evliliğini 1280 civarında Selçuklu vezirlerinden Ömer Abülaziz’in kızı Mal Hatun’la yapmıştır. Sultan Orhan Gazi bu hanımdan doğmuştur.
Osman Bey Eskişehir yakınındaki İtburnu Köyü’nde oturan Ahi Şeyh’i Edebali’ye uğrayıp sohbetlerinde bulunmaktan çok hoşlanırdı.
Osmanlı Devleti’nin manevi kurucusu olan Şeyh Edebali 1208 yılında Horasan’ın Merv şehrinde doğmuş Şam’da tahsilini tamamlayıp Adana ve Karaman’da bulunduktan sonra Eskişehir yakınındaki İtburnu Köyü’ne yerleşmiştir. Osman Gazi’nin 1301 yılında idareyi beş eyalete ayırınca Şeyh Edebali’yi Bilecik’e yerleştirmiştir. 120 yıl yaşayan Edebali 1328 yılında Bilecik’te ölmüştür. Mevlüt-ü Şerifin şairi Süleyman Çelebi Şeyh Edebali’nin torunudur. Orhan Gazi tarafından yapılan türbesi eski Bilecik şehrinin kurulduğu vadideki bir tepenin üzerindedir. Eskiden kubbeli olan çatısı 1921 Yunan işgalinde tahrip edildiği için bu gün çatı ile örtülüdür. Bir salon iki ayrı odadan oluşan türbede büyük oda mihraplı bir mescit diğer odalar sohbethane ve misafirhane olarak kullanılmakta idi. Şeyh Edebali ve yakınlarının yattığı dikdörtgen bölümde 7 büyük 4 küçük sanduka vardır. Mal Hatun’un taş malzeme ile inşa edilmiş türbesi ise bahçededir.
Osman Gazi büyük bir şöhrete sahip olan Şeyh Edebali’nin kızı Rabia Bala Hatun’u sevdi. Bir beyzadeye kızını vermeyeceğini ileri süren Şeyh Edebali Osman Gazi’nin gördüğü bir rüya üzerine Osman Bey’le Bala Hatun’un nikahlanmasına izin verdi. (Bu evlilikten Şehzade Alaaddin doğdu) Osman Gazi’nin gördüğü rüya şöyledir; Şeyh Edebali’nin göğsünden çıkarak doğan bir ay Osman Bey’in göğsüne girer Işığın indiği yerde bir ağaç fidesi çıkar ve ulu bir ağaç olup tüm dünyayı kaplar. Sabah rüyayı yorumlayan Şeyh Edebali Osman Bey’e ve nesline padişahlık verildiği müjdeler.Olayın tek şahidi Şeyh Edebali’nin müridi ve Osman Gazi’nin sancaktarı Kumral Abdal’dır. Osman Gazi bu müjde karşılığında Kumral Abdal’a kılıç tas ve Bozüyük-İçköy ‘deki araziyi verir. 1288 yılında ölen Kumral Abdal Osman Gazi’nin hükümdarlığını görememiştir.
Osman Gazi Ertuğrul Gazi’den beyliği aldıktan sonra topraklarını genişletmeye başlamış özellikle Bizans tekfurlarıyla sürekli savaşmıştır.
Yazılı kaynaklarda 1284 1285 1287 ve 1288 yılları tarih olarak belirtilen Ekizce Savaşı Karacahisar (Eskişehir) Lefke (Osmaneli) Belekoma (Bilecik) Yarhisar (Bilecik’in İlyasbey köyü) tekfurları ile Kayı Aşireti arasında geçmiştir. Filatos komutasındaki müttefik Bizans ordusu İnegöl’den Kayı aşireti Domaniç’ten yola çıktı. Kayı Aşireti’nin galibiyeti ile sona eren çatışmada Osman Bey’in ağabeyi Saru Batu (Savcı Bey) şehit düştü.
1288 veya 1290 yılında “Karacahisar Kalesi” ele geçirildi. Buradaki Bizans kilisesi camiye çevrilerek Osmanlı’nın devlet olduğunu resmileştiren hutbeyi okudu.
1299 yılında Bilecik ve Yarhisar’ı fethetti. Yarhisar tekfurunun oğlu ile Bilecik tekfurunun kızı Holofira’nın Çakırpınarı’nda yapılacak düğününe Osman Gazi’de davet edilmiştir. Osman Gazi arkadaşı Harmankaya tekfuru Mihal’in kendisine kurulan pusuyu haber vermesi ile kurtulmuştur. Osman Bey’in güvenini ve dostluğunu kazanan Mihal Gazi adıyla zikrettiğimiz Harmankaya tekfuru Mihail gördüğü rüya üzerine 1313 yılında Abdullah adını alarak müslüman olmuştur. Osmanlı ordusunda kumandanlık yapmış Osman Gazi ile birlikte Akhisar Geyve Mekece ve Osmaneli kalelerini fethetmiştir. Türbesi İnhisar ilçesine bağlı Harman Köy’dedir.
Çakırpınarı’ndaki düğüne kadın kılığına girmiş cengaverleri ile giden Osman Gazi çıkan çatışma sonucunda galip gelmiş Bilecik tekfurunun kızı Holofira ise Orhan Gazi ile nikahlanarak Nilüfer Hatun adını almıştır.
Osman Gazi 1301 yılında Yenişehir’i fethederek saltanat merkezini buraya nakletti ve devleti beş idari bölgeye ayırdı. Eskişehir’i ağabeyi Gündüz Bey’e Sultanönü’nü oğlu Orhan Bey’e Yarhisar’ı Hasan Alp’e Bilecik’i Şeyh Edebali’ye İnönü’yü Turgut Alp’e verdi.
1301 yılındaki Koyunhisar ve 1306 yılındaki Dimboz savaşlarında Bizanslıları yendi.
1317 yılına kadar savaşlara katıldı. Bu tarihten sonra seferlere oğlu Orhan Gazi çıktı. Osman Gazi yedi yıldır çektiği Nikris (Gud) hastalığından 1324 yılında 66 yaşında iken Bilecik’te öldü. Çok arzu ettiği Bursa’nın alınışını göremedi. 1326 yılında Orhan Gazi Bursa’yı alınca babasının mezarını Söğüt’ten Bursa’ya taşıdı. Bursa alınınca başkent oldu.
Osman Gazi oğlu Orhan Gazi’ye kendisini Bursa’daki gümüşlü kümbete gömmesini istemiş ve şöyle vasiyet etmiştir; “ Bir nasihatım da şudur; Bir kimse sana Hak Teala’nın buyurmadığı sözler söylerse sen onları kabul etme Allah buyruğundan başka iş işleme. Bilmediklerini şeriat alimlerinden sor soruştur gerçekten bilmedikçe bir işe başlama ve de sana itaatli olanları hoş tut hizmet edenlerine de nimetini ihsanını eksik etme. Zira insan gördüğü ihsanın kuludur.
Söğüt kısacası Osmanlı Devleti’nin ilk başkenti rolünü oynamıştır. Ancak
Söğüt’ün bu rolü uzun sürmedi. Zira Bursa’nın fethi üzerine Osmanlı’nın başkenti Bursa olmuştur. Söğüt de Sultanönü Sancağı’na bağlı bir nahiye merkezi oldu.
Osmanlı Devleti’nin kuruluşuna ev sahipliği yapmış olan Söğüt devletin büyümesiye birlikte özellikle Bursa’nın fethi ve Balkanlara açıldıktan sonra ihmal edilmiştir. Bu cümleden olarak 1648’lerde hala bir nahiye merkezidir. Ancak bu defa Bursa Sancağı’nın Lefke (Osmaneli) kazasının nahiyelerinden biridir. Nüfusu ise yaklaşık 700 hane kadardır. 19. Yüzyılda Söğüt kaza merkezi haline getirerek Hüdavendigar (Bursa) vilayetinin Ertuğrul (Bilecik) Sancağı’’na bağlanmıştır.
YUNAN İŞGALİ
Söğüt Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti ; Bilecik Yenişehir Göynük Nallıhan Mudurnu Eskişehir Kütahya Mihalıççık Simav Gediz Uşak Sivrihisar Sancak ve kazalarıyla Osmaneli Taraklı Küplü Emet Pazarcık Tavşanlı Seyitgazi nahiye Belediye ve Müdafaa-i Hukuk Cemiyetlerine 9/10 Temmuz 1336 (1920) tarihli ve 219 numaralı şu tamimi göndermiştir:
“ Müdafaasızlık daha doğrusu müdafaa-i vatan uğruna iras-ı kesel edecek mahirane teivikat yüzünden Yunan gibi sefil bir düşman Soma-Akhisar cephesinden Bursa Yenişehir’e kollarını sallayarak ve karşısında bir Müslüman Türk erkeği görmeyerek geldi.Geçtiği topraklarda çiğnediği şühedanın mezarları rezil ettiği Müslüman ırzı bizi hala utandırmayacak mı? Düşmanı karşılamak evlatlarımızı düşmana karşı sevketmek zamanı ne vakittir? Kaçanlar buralara kadar geldi. Biz de bu firarilerle nereye kadar kaçalım? Bizde beraber kaçarsak buraya kadar gelen düşman kaçtığımız yerlere gelemeyecek mi? Vatanı namusu mezarı mı emanet edeceğiz? Önünden kaçtığımız düşmanın kuvvet ve kıymeti nedir? Bu Müslüman yurdun de bu sefil düşmana karşı koyacak ırzına dinine toprağına kitabına sadık ecdadına layık evladı kalmadı mı? Tüfeği olmayanın orak ve baltası da mı yoktur? Ecdadının lanetine muhatap kalmayı Söğüt halkı asla kabul etmeyecektir. İmkan her nereye kadar müsaitse erkek dişi genç ihtiyar düşman karşısına gideceğiz. Sizlerde Müslüman Türk kanını din ve namus hissiyatınızı bizimle beraber çalışmaya her fikri her nifakı bugün için terk etmeye rizay-i teşebbüsatınıza dair cevabınızı bekleyerek evlatlarımızı cepheye göndermek üzere sözümüze burada hitam veririz. “
SÖĞÜT VE ÇEVRESİNİN İŞGALİ

Belirtilen tarihi idealini gerçekleştirmek gayesiyle her siyasi buhrandan
Faydalanmasını bilen Yunanistan için I. Dünya Savaşı iyi bir fırsattı. Zaten savaşın devam ettiği günlerde itilaf Devletleri’nin de Yunan ordusuna olan ihtiyaçları artmıştı. Nitekim İngiltere Dışişleri Bakanı Lord E. Edward Grey 11 Ocak 1915 tarihinde Yunanistan yöneticilerine bir teklifte bulundu. İngiliz Bakan bu tekliflerinde Sırbistan’a yardım şartıyla Anadolu kıyılarından hatırı sayılır bir kısmın Yunanistan’a bağışlanabileceğini dair söz verdi.
İngiltere 12 Nisan’da müttefikleri adına “ Yunanistan’a Türklere karşı savaşa katılma bedeli olarak Ocak’ta vaad edilen Aydın vilayeti dahilindeki araziyi garanti etmeye hazır olduklarını “ bildirdi.
Yunanistan Başbakanı Venizelos hemen savaşa girmek taraftarıydı. Ancak Almanya taraftarı olan Kral Kostantin savaşa girmekte çekingen davranıyordu. Bu durum Yunanistan iç politikasında bir buhran bile doğurmuştu. Sonunda yönetimi ele geçirmeyi başaran Venizelos 11 Haziran 1917’de Yunanistan’ı savaşa soktu.
Bu şekilde Yunanistan İtilaf Devletleri yanında savaşa girmenin karşılığı olarak daha önce hayal etmiş oldukları toprakları kazanacaktı. Bu arada Yunan Başbakanı ülkesini savaşa sokarak vaat edilen tazminata hak kazanmıştı. Nitekim İzmir ve çevresinde İtilaf Devletleri’nin emniyet ve selametlerini tehdit edici hiçbir olay olmamasına rağmen Mondros Mütarekesi’nin 7. Maddesine dayanak gösterilerek 15 Mayıs 1919’da Yunan askerinin İzmir’e çıkması sağlandı.
Ancak Yunanistan İzmir ve çevresiyle yetinmeyerek işgallerini Ege Bölgesi içlerine doğru genişletti. İzmir ve çevresinden sonra Aydın Nazilli Menemen Bergama Manisa Uşak Afyon Eskişehir Kütahya Balıkesir Bursa ve Batı Trakya’da Yunan güçlerince işgal edildi. Ayrıca çalışma alanı olarak seçilen Söğüt ve çevresine de Yunan askeri girmeyi başardı. Yöremiz toprakları 8-11 Ocak 1921 arası üç gün 24 Mart-1 Nisan 1921 arası sekiz gün 12 Temmuz 1921-6 Eylül 1922 arası da onüç ay yirmibeş gün olmak üzere düşman işgalinde kalmıştır.
SÖĞÜT VE ÇEVRESİNDE Yunan MEZALİMİ
İzmir’e ayak bastıkları ilk gün yirmisi subay olmak üzere şehrin ileri gelen bazı kişilerini şehit eden Yunanlılar hemen sonraki günlerde de bu cinayetlerini devam ettirerek pek çok masum kişiyi öldürdüler. Türk evlerine hücum ile ırz mal gasp ve tecavüzlerine kalkıştılar. 11 Eylül 1919’da İzmir’de yangın çıkardılar. Daha sonra aynı zulümleri işgal ettikleri diğer yerlerde devam ettirdiler.
Yunanlılar ikinci işgalleri ( 24 Mart – 1 Nisan 1921 ) esnasında özellikle II. İnönü yenilgisinden sonra geri çekilirken Söğüt’ün merkezinde ve köylerinde çok insanlık dışı davranışlarda bulunmuşlardır. Söğüt halkının ileri gelenlerince hazırlanan 10 Nisan 1921 tarihli raporda bu Yunan mezalimi özetle şöyle belirtilmektedir.
1. Paşaağaların Dursun Hanım ile Cami-i Kebir Mahallesi’nden Tahsildar Mehmet Efendi’nin validesi Hatice Hanım süngülemek suretiyle öldürülmüşlerdir. Dursun Hanım’ın feryadına karşı kahkahalarla gülerek eğlenmişlerdir. Yine Cami-i Kebir Mahallesi’nden Hacı Efendi’nin onüç yaşındaki kızının bakirini izale (tecavüz) ederek beraberlerinde götürmüşlerdir. Aynı mahalleden Şaheste Hanım ile Çimenlik Mahallesi’nden Emirlerin İbrahim’i birçok işkenceyle feci şekilde öldürerek her ikisininde evlerini yakmışlardır.
2. Çimenlik Mahallesi’nden Kasap Hacı Emin Hıfzıhüseyin Mahallesi’nden eski Tahrirat Katibi Mustafa Efendi Cami-i Kebir Mahallesi’nden de Kızıloğlu Rüştü düşman tarafından alınıp götürüldüğü tesbit edilemediğinden yaşayıp yaşamadıkları bilinmemektedir. Aşcı Ahmet Çavuş dövülmek suretiyle öldürülmüş ve cesedi yakılmıştır.
3. Sekizyüz kadar Müslüman evi yakılmış ve eşyaları da yağma edilmiştir.
4. Üç Camii üç Mescit iki Medrese Bir Dergah-ı şerifle birlikte içerisine
40 erkek ile 60 kadın doldurmak suretiyle Cami-i Kebir (Büyük Cami) yakılmıştır. Caminin taştan yapılmış olması sebebiyle mazlumlar büyük bir faciadan hayatlarını kurtarmışlardır. Mebus Halil Efendi’nin babası İbrahim Efendi feci şekilde dövülerek parası alınmıştır.
5. Ertuğrul Gazi Hazretleri’nin türbesi üzerindeki sanduka kırılmak suretiyle kaldırılmış ve mübarek mezarı kazılmıştır. Ayrıca üzerinde asılı lamba kırılmış bu billur parçalarından haç işareti yapılmıştır. Bu arada Kur’an-ı Kerim’ler yırtılarak ayaklar altında çiğnenmiş özetle türbenin içerisine çeşitli pislik dökülmüş ve bu vahşeti yazmak kalemin gücü yetmeyeceğinden gözle görülerek alamamak ve Yunan vahşetine karşı lanetler yağdırmamak kabil değildir.
6. Türbenin etrafında bulunan binaların hepsi yakılmıştır. Bu arada Ertuğrul Gazi Hazretleri’nin zevc-i muhteremlerinin (saygıdeğer eşlerinin) kabri üzerindeki demir parmaklık tahrip edilerek kabri kazılmış ve birçok yerlerine haç işareti dikilmiştir. Ayrıca Osman Gazi Hazretleri’nin vefat ettiği mahalli gösterir abide yıkılmış ve etrafında kalemin yazamayacağı çeşitli pislikler dökülmüştür. Türbede bir Müslüman kadının ırzına geçilmiş ve memeleri kesilmek suretiyle orada öldürülmüştür.
7. Söğüt’ün merkezinde 350’yi aşkın han dükkan ve fırın eşyaları ile birlikte yakılmıştır. Bu arada kutsal yapılar (Müslümanların sığınakları olan evler) da eşyalarıyla beraber yakıldığı gibi tahliye sırasında kaçamayan mazlum Müslümanların bir kısmı öldürülmekle genç kızların bikrini izale olunarak beraberlerinde götürmüşlerdir.
Kasabadaki Müslümanların hepsinin mal ve mülkü zaptedilmiş kendileri de darp hakaret ve çeşitli işkence edilmek suretiyle zulme uğramışlardır. Kura katibi Osman Efendi Sabık Tahsildar Niyazi Efendi ile Hacı Sait Efendi’nin Mehmet Efendi gibi ileri gelenlerle eski muallimlerden Emin Turgut Efendi boğulma tehlikesi geçirmişlerdir. Evler Yunanlılar tarafından karpit dökmek suretiyle kasten yakılmıştır.
61’inci Tümen Komutanı Albay İzzettin Bey’in Garp Cephesi Komutanlığı’na gönderdiği 15 Nisan 1921 tarihli raporun da Yunan Mezalimi şu tüyler ürpertici cümlelerle dile getirmektedir.
 

 
 
 
  Bugün 13 ziyaretçi (17 klik) kişi burdaydı! Oluklu Köyü Söğüt Bilecik Ertuğrul Gazi © 2010-2020 oluklukoyum.tr.gg  
 
OLUKLU KÖYÜ SÖĞÜT - BİLECİK Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol